Y Ü K L E N İ Y O R

Varoluşçu Terapi

Varoluşçu Terapi

Varoluşçu terapiyi psikoloji ve psikiyatri dalları açısından incelediğimizde ayrı bir tedavi ekolü olarak görmeyiz. Bunun nedeni varoluşçu terapinin geleneksel psikolojik tedavilerden farklı bir yöntem değil farklı bir tutum sergilemesindendir. Varoluşçu terapinin amacı Rollo May’in de belirttiği gibi insanı analiz edip betimlemektir yani her insanı kendi gerçekliği ve varoluşu çerçevesinde değerlendirmektir. Varoluşçu terapi insanı çözümleyici bakış açısında nedenselliği reddeder çünkü bu felsefeye göre bireyin varoluşunda neden sonuç ilişkisi mevcut değildir. Bu bakımdan insanı incelerken ele alınması gereken temel yöntemin fenomonolojik bakış açısı olduğunu savunur(Geçtan,2020). Burada en önemli olan noktalardan birisi anlamanın teknikten önce gelmesidir. Dolayısıyla uygulanan teknik gelen danışana göre değişiklik gösterebilecek niteliktedir. Her danışanı anlamlandırmak ve terapötik ilişkinin önemi varoluşçu terapiye göre terapinin kilit noktalarıdır. Terapötik ilişkinin önemini belirleyen etkenlerden birinin de terapistin danışanın ‘’dünyasına katılarak’’ gerçekleşmesi olduğunu belirtmiştir. Buradan da anlaşılacağı üzere terapist ve danışan arasında ki ilişkinin fenomonolojik olması gerektiği görülmektedir. terapistin danışanı dinlerken anlayışı bozan varsayımlarda bulunmadan bireysel dünyasına odaklanması ve nedenselliği ön plana almadan kişinin kendi gerçeklerini dikkate alması demektir(Geçtan,2020).

Varoluşçu terapi, en iyi şekilde, psikolojik danışmanın terapötik uygulamasını etkileyen felsefi yaklaşım olarak açıklanabilir (Corey, 2005: 149; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 197). Buna bağlı olarak varoluşçu yaklaşımda, seçmeyi ve eylemi kapsayan irade ve sorumluluk alma önem verilen kavramlardır(Dökmen, 2011: 49; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 197). Bu yüzden varoluşçu terapi yaklaşım gücünü kişinin hayatı konusunda almış olduğu sorumlulukları tercihleri ve kendini geliştirebilmek adına atmış olduğu adımlardan alır.

Varoluşçu terapinin temel olarak ele aldığı noktalar vardır. Her danışanı kendi anlam düzeyinde, olgularıyla beraber fenomenolojik biçimde değerlendirmesiyle beraber terapi sürecinde bazı temel noktalara da değinilmektedir.

Hayatın Anlamı Nedir?

Varoluşçu terapistlere göre hayatın kendisinin bir anlamı yoktur çünkü canlılar arasında kendi varoluşunu inşa eden tek canlı insandır. Her insan kendisini farklı biçimlerde var edip  kimliğini, değerleri ve yaşantısı aracılığıyla inşa eder. İnsan varolmadan önce yoktur dolayısıyla yaşayan insandan bağımsız bir anlamda yoktur. Anlam, yaşayan insan ile birlikte varlığını sürdürür (İlgar & İlgar,2018). Hayatın anlamı bizim benliğimize katmış olduğumuz değerlerle belirlenir, inşa edilir. Benlik, sürekli devinim halindedir. Birey yeni şeyler kattıkça öğrendikçe gelişir dolayısıyla hayatın anlamı da sabit bir konu değildir. Benliğimizin yansıması ile birlikte anlam kazanabilecek bir kavramdır.

İnsan Hayatta Yalnız mıdır?

Yalnızlık, insanlık var olduğundan beri yaşayan bir kavramdır. Bu kavrama tarih boyunca insanlar çeşitli anlamlar yüklemişlerdir. Bu açıdan yalnızlık kavramını incelerken yalnızlığı nasıl değerlendirdiğimiz, nasıl anlamlar yüklediğimiz son derece önemlidir. Varoluşsal yalnızlık dediğimiz kavram her insanın sahip olduğu bir kavramdır çünkü her insan aslında varoluşsal olarak yalnızdır. Hiçbirimiz bir diğer kişinin aklından geçen düşünceleri, duyguları salt gerçekliği ile duymayız ve paylaşmak istesek dahi paylaşamayız. Bu duyguları ve düşünceleri ifade ederken dilimizi kullanmamız gerekir fakat bu da bizim duygularımızı ve düşüncelerimi olabildiğince şeffaflığıyla aktarabilmemizi engeller. Dolayısıyla özünde hiçbir insan bizim hissettiklerimizi tam manasıyla hissedemez. Bu durumda bireyde anlaşılmadığını dolayısıyla kendisini tek anlayan varlığın yine kendisi olduğunu fark etmesiyle bu varoluşsal yalnızlığı daha çok hisseder. Bununla  birlikte insan doğarken yalnız bir şekilde doğduğunu ölürken de yalnız bir şekilde öleceğini ne yaparsa yapsın hiçbir insana, ebediyete kadar sahip olamayacağını bilir. Bütün bu düşünce ve hisler insanı daha da yalnız hissettirir fakat insanın varoluşsal yalnızlık konusunda bakması gereken perspektif, varoluşsal yalnızlığı kabullenmek olmalıdır çünkü insan bu yalnızlığı kabullenip buna rağmen anlamlı ve doyurucu ilişkiler kurabilir(Özakkaş,2022).

Özgürlük ve Sorumluluk

Varoluşçu felsefenin önem verdiği bir diğer kavram ise farkındalıktır. Farkında olmanın şartı ise şimdide kalabilmektir. İnsan her ne kadar geçmiş ve gelecek kavramlarından bağımsız yaşayamasa da insanın özgürlüğü sayesinde hayatını biçimlendirir ve kararlarını alır bu biçimlendirme de şimdide kalabilmeyle gerçekleşir Varoluşçu felsefeye göre insan fark ettiğini fark edebilen tek canlıdır. Bu farkındalık beraberinde özgürlüğü özgürlükte yaşamı biçimlendirme sorumluluğunu getirir(İlgar & İlgar,2018). Bu sorumluluk ve özgürlük temaları varoluşçu terapiler de sıklıkla vurgulanır.

Varoluşçu terapist, tedavi için belirli hedefler oluşturmakla ilgilenmez. Olasılıkları harekete geçirmek varoluşçu terapinin genel amacı olarak belirtilebilir. Danışanlar daha çok hayatlarının sınırlanmış ya da amaçsız olduğu şikayetiyle gelmektedir. Danışanların ilişkileri zayıf olabilmekte ya da kendilerini koşulların, başkalarının kurbanı olarak görebilmektedir. Hayatlarında değişiklik yapma gereği hissetmelerine karşın bunu gerçekleştirecek bir yol bulamamaktadırlar. Danışanlar, değişmelerinin mümkün olmadığını düşünebilir ve kendilerinin köşeye sıkışmış hissedebilir. Umulan o ki; tedavi sayesinde danışanlar önceden düşündüklerinden fazla iradeleri olduklarını fark eder ve geleceğin değişebilme ihtimalinin her zaman olduğunu anlar. Tabi olduğumuz birçok kısıtlamaya rağmen bu sınırlandırmalara nasıl tepki vereceğimiz konusunda tercih hakkımız bulunmaktadır. Tedavi esnasında danışanlar, geçmişte verdikleri, gelecekte verecekleri kararlar kadar şu anda verdikleri kararlar konusunda sorumlu olduklarını anlamaktadırlar. Burada danışanlar tercihin kolay olmadığını, tercih yaparak bir şeye evet derken diğerine hayır demekte ve tercih yapmayarak bir tercih yaptıklarını kabul etmektedirler. (İlgar & İlgar,2018: 202)

Ölüm

Bu hayatta özgürlük alanımızın olmadığı mutlak olan şey ölümdür. Kimse bunun ne zaman ve nasıl gerçekleşeceğinin bilgisine sahip değildir fakat herkes bununla karşılaşacağını bilir. Her insanın her kavrama yüklemiş olduğu anlam gibi ölüme yüklemiş olduğu anlamda farklıdır. Varoluşçu terapistler, ölümü kabullenmenin insanı özgürleştireceğini belirtmişlerdir. Ölüm, her şeyin bir aşamada son bulacağı anlamına gelmektedir dolayısıyla her şeyin son bulacağı bir yaşamda karşılaşılan deneyimlerin değeri ve önemi daha da artacaktır. Ölüm bir şeylere anlam katan ve özgürleşmek için kabullenilmesi gereken bir gerçekliktir.

Varoluşçu Terapide Terapist ve Danışan İlişkisi

Varoluşçu terapinin felsefesi insanın kendi yaşamında anlam oluşturması ve yaşamın sorumluluğunu üstlenmesi olduğu için bu bağlamda terapist ve danışan ilişkisinin niteliği yüksek derecede önem taşımaktadır. Bu açıdan bu ilişkinin destekleyici, içten ve empatik olması gerekmektedir. Bununla birlikte varoluşçu terapistler kendilerini danışanlarından üst bir konumda görmezler. Terapi odasında danışanın sorunları olduğu gibi terapistin de sorunları devam etmektedir fakat terapist kendi sorunlarını baskılamaz fakat açığa da çıkarmaz. Seanslar sırasında ki etkileşimden ve iletişimden hem danışan hem terapist etkilenecek ve değişecektir.

Varoluşçu terapistler; tanı ölçütleri, insanları sınıflandırmak ve rahatsızlıklarını hastalık haline getirme kaygısı taşımamakta, terapide karşılaştıkları bireyleri belirli bir hastalığı olan danışan olarak görmemektedirler. Aksine danışanlarının kaygı ve sorunlarına herkesin karşılaşabileceği “yaşam problemleri” olarak bakmaktadır. Bireyler “psikolojik rahatsızlıklar” edinmezler fakat insanın varoluşu, yaşamın kendisi rahatsız edici olarak görülmektedir.


Müdaheleler

Belki de bir terapistin yapabileceği en önemli müdahale sessizliktir. Çünkü, diğerlerinin ne dediğini ancak kendimiz sessiz olduğunda duyabiliriz. Aynı zamanda varoluşçu bir terapist, danışanını, onların varsayımlarını ve onları sorgulamaktan çekinmemektedir. Fenomenolojik yaklaşım, terapistin hiç bir şeyi sorgusuz kabul etmeyeceğini ve tartışılan konuyu danışanın ya da kendilerinin anladıklarını varsaymayacakları anlamına gelmektedir. Danışanlardan yaşadıkları veya söylediklerini tam olarak açık bir şekilde ifade etmeleri istenecektir. Danışanın dünya görüşünü ortaya çıkartmak için terapist, danışanın söylediği herşeyde bulunabilecek tüm varsayımları açıklığa kavuşturacaktır. Umulan şu ki; bu süreç sayesinde danışan için önemli olan noktalar ortaya çıkarılacaktır. (İlgar & İlgar,2018: 203)

Terapist kendi anlam dünyasını ve düşüncelerini karıştırmamak adına  danışanın söylediklerini yorumlamaktan kaçınacaktır. Danışanın anlatmış olduğu durumu olabildiğince danışanın tasvir etmesi ve danışanın kendi anlam dünyasında biçimlendirmesi fenomenolojik açıdan son derece önem taşımaktadır(İlgar & İlgar,2018).

Son Tahliller

Bu çalışma boyunca varoluşçu terapinin felsefesi, arka planı ve terapide ki rolü incelenmiş ve aktarılmaya çalışılmıştır. Varoluşçu terapiyi bu incelemeler ve aktarmalar neticesinde kısa bir şekilde özetlersek: Varoluşçu terapi, insanın anlam arayışına, özgür iradesine ve sorumluluğuna odaklanan bir psikoterapi yaklaşımıdır. Bu yöntem, bireylerin hayatın temel sorularıyla yüzleşmesine, kişisel değerlerini keşfetmesine ve yaşamlarını daha anlamlı hale getirmelerine yardımcı olmayı amaçlar. Ölüm, özgürlük, yalnızlık ve anlamsızlık gibi varoluşsal temaları ele alarak bireyin kendini ve yaşamını derinlemesine sorgulamasını sağlar. Terapist, yargılamadan bir rehber olarak bireyi destekler ve kendi seçimlerinin sorumluluğunu almasına, yaşamına yön vermesine yardımcı olur. Bu süreçte, birey kendi özgünlüğünü ve potansiyelini keşfederek daha otantik bir yaşam sürmeye teşvik edilir.



#kayseripsikolog

#psikolog

05445112330