
İnsanlık tarihine baktığımızda felsefenin insan yaşamında çok önemli bir yeri olduğunu ve birçok alanı etkilediğini görürüz. Hatta felsefeyi fikirleri başlatan ve etkileyen bir gerçeklik olarak ele alırız. Bugün var olan bilimlerin ortaya çıkma sebebini en temel gerçeklikleriyle inceleyecek olursak bunların sorular olduğunu görürüz. İnsanlar doğa ve yaşam var olduğundan beri etkileşim içerisine girdiği bir çok kavramı nesneyi merak etmiştir ve bu sayede varlığın kökeni, anlamı gibi bir takım sorular sormaya başlamıştır. İşte insanoğlu bu noktada felsefe yapmaya başlayıp felsefenin temellerini atmaya başlamıştır. Bu açılardan bakıldığında felsefenin insanlık tarihine katkısı göz ardı edilemez çünkü felsefe her ne kadar bir bilim dalı olarak sayılamasa da bilimsel düşünce de felsefi temeller üzerine inşa edilmiştir ve bilimsel yöntemler, felsefi düşünceye dayanan bir arka plana sahiptir.
Bilimsel düşüncelerin arka planı bir noktada felsefeye dayanmaktadır felsefi sorularla birlikte felsefe belli dönemlere damgasını vurmuş ideolojileri ile de bir takım bilimleri etkileyebilir. Varoluşçu terapinin ortaya çıkma serüveninde böyle bir ideolojiden etkilenme durumu yaşanmıştır.
Fransızcada “ exister" (ortaya çıkmak) fiilinden türetilmiş olan existensialisme, yani varoluşçuluk, bir başka anlatımla, insan konusu, felsefede ciddi olarak ilk defa, aşağı yukarı Sokrates tarafından ele alınmıştır. Sonraki dönemlerde de değişik filozoflar, insan problemi üzerinde ısrarla durdular. Fakat, Klasik Felsefe Tarihinde, Varoluşçuluğun ilk kurucusu olarak DanimarkalI düşünür Sören KIERKEGAARD (1813-1855) kabul edilir. Danimarka'da Kierkegaard tarafından ortaya atılmış, Almanya'da gelişmiş ve Fransa'da olgunlaşmış 'olan Varoluşçuluğun yaygınlaşmasını yalnız J.-P. Sartre yapmıyordu, başkaları da vardı. Bu bağlamda bir çok filozof ve düşünür katkı sağlamıştır(Dindar,2014:71).
Varoluşçuluğun ortaya çıkması ve gelişimi bu şekilde başlamıştır. Varoluşçuluğun temel felsefesini incelediğimizde özellikle hayatın sorumluluğu ve yaşamın anlamı gibi kavramlar ön plana çıkmaktadır. Varoluşçuluğun sorumluluk ve insanın kendi yaşamını yönlendirebilmesi gibi kavramlar üzerinde durmasının temelinde insanın diğer canlılardan ayıran farklı özelliklerinin bulunmasındandır.
Varoluşçuluğa göre, insanı diğer canlılardan ayıran temel özellikler insanın özgürlük ve yaratıcılık kavramlarına göre hayatını şekillendirebilmesindendir. İnsan kendiliğinden var olan durağan bir varlık değil kendi hayatını özgürce şekillendirebilen ve hayatına müdahele edebilen etkin bir varlıktır(İlgar & İlgar,2018).
Varoluşçu ekole göre insan dışında ki diğer canlılar yaşantılarını olduğu gibi sürdürüp katkı sağlayamazken insan kendi yaşantısına ve varlığına katkı sağlayabilen devinim halinde olan bir varlıktır. İnsanlar kendilerini geliştirebilmekte ve değiştirebilmektedir yani kendi varlığı üzerindeki gücü diğer canlılardan çok daha fazladır.
Bu bağlamda insan dışında ki tüm canlılar sabittir. Nasıl ise öyledir. Bir nesnenin varlığı gelişemez, değişemez kendi işlevi dışına çok çıkamaz.. İnsanlar ise bu konuda ayrılırlar çünkü insanlar kendi varoluşlarına katkı sağlayabilen canlılardır. Bu konuda özgürlükleri ve bilinçleri vardır. Bir insan bunun neticesinde kendi eylemlerini şekillendirir ve yön verir. Aldığı her kararda ve yaşantısı süresince karar vermesi ve sorumluluğu üstlenmesi gereken yol ayrımları olacaktır. İnsanların özgürlüğü ve sorumluluğu işte bu noktalarda devreye girer. Bu bağlamda insanlar sabit değildir sürekli devinim halindedir.
Varoluş felsefesi, farklı düşünürlerin benzer temalar üzerinde farklı yorum ve değerlendirmelerde bulundukları, çok boyutlu ve derinlikli bir felsefi akımdır. İnsana ve insanın varoluşuna yönelen bu felsefi akım aslında, kendinden önceki felsefi akımların da ele aldığı konuları incelemekte ancak getirdiği açıklamalar ve vurguladığı temalar bakımından farklılık göstermektedir. Öz-varoluş ilişkisi; insanın kendi özünü seçebilmesi ve buna bağlı gelen özgürlük ve sorumluluk; ölüm, yalnızlık, varoluşsal boşluk gibi varoluşsal sorunlar hem varoluş felsefelerini hem de bu felsefeleri temel alan varoluşçu terapiyi etkilemiş ve günümüz insanının sorunları bu bileşenlerle ele alınmaya başlanmıştır(Çelik, 2017, s. 418).
Varoluşçu Düşünürler ve Psikiyatrlar
Varoluşçu felsefenin temellerini atan düşünürleri ve psikiyatrları şu şekilde sıralanabilir:
Soren Kierkegaard (1813- 1855). Danimarkalı filozof ve din adamı. Varoluşçuluk felsefesinin öncüsü sayılır(Yıldırım, 2000: 121 ; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 194). Yirminci yüzyılın ilk dönemimde eserleri hızla ünlendi, hem modern Protestan teolojisine, hem de varoluşçuluğa ilham kaynağı oldu(Kierkegaard, 2008: 5; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 194).
Jean- Paul Sartre (1905- 1980). Fransız filozof, varoluşçuluk akımının öncülerindendir. Sartre, varoluşçuluğun özünde özgürlük ve kişisel sorumluluk kavramlarının yer aldığını önemle vurgular. Ona göre, kişiliğin oluşmasında bireyin yönelmesi gereken başlıca değerler bu iki kavramda aranmalıdır. Bilinçli özgür kişilik, imgesel düşünceyle kucaklaşan sorumlu istenç gücüyle olasıdır (Yıldırım, 2000: 187- 188; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 195).
Viktor E. Frankl (1905- 1997) Avusturyalı bir psikiyatr olan Frankl, Logoterapinin kurucusu, varoluşçu terapinin de en önemli isimlerinden biridir. Frankl, Freud’un birçok deterministik fikrine karşı tepki göstermiş ve kendine ait kuramı ve uygulamaları özgürlük, sorumluluk, anlam ve değerlerin araştırılması üzerine kurmuştur (Corey, 2005: 153; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 195).
Rollo May, 1909- 1994 yılları arasında yaşamış olan ve Varoluşçuluğu Avrupa’dan ABD’ye getiren ve temel kavramlarını psikoterapötik uygulamaya çeviren başlıca kuramcılardandır. Yazılarının, varoluşçuluğa yönelen pratisyenler üzerinde belirgin etkileri bulunmaktadır (Corey, 2005: 153; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 195).
Irvin Yalom, 1931 yılında doğmuş ve halen hayatta olan önemli varoluşçulardandır. Irvin Yalom varoluşçu düşüncesinin ve uygulamalarının gelişmesinde etkisi bulunan, Avrupalı ve Amerikalı psikologların ve psikiyatrların sağladığı katkılara işaret etmektedir. Klinik deneyimlerini ve amprik araştırmalarını, felsefesini ve yazılarını ele alacak olursak Yalom, en önemli dört insan sorununa odaklanarak varoluşçu terapötik yaklaşımının gelişimine katkıda bulunmuştur. Bunlar ölüm, özgürlük, varoluşçu izolasyon ve anlamsızlıktır. Varoluşçu Psikoterapi adlı kapsamlı kitabı, en önde gelen başarılarından biri olarak görülmektedir. (Corey, 2005: 154; akt., İlgar&İlgar, 2018. s. 195)
#kayseripsikolog
#psikolog