
Sosyal anksiyete, anksiyete bozuklukları grubunda yer alan bir rahatsızlıktır. Anksiyete gruplarındaki rahatsızlıkların ortak özellikleri, kişinin sempatik sinir sisteminin tehlikenin ve stresin var olmadığı zamanlarda devreye girmesinden kaynaklanır. Bir nevi, bu sistemi vücudun yanlış alarm vermesi olarak adlandırabiliriz. Hepimizin günlük yaşantımız içerisinde sıkıntı ve stres olmadan yaşam dilimleri vardır. Bu dönemler sırasında kan dolaşımımız, nefes alışverişimiz, kalp atış hızımız gibi fizyolojik belirtilerimiz normaldir; bu sinir sistemi parasempatik sinir sistemi olarak adlandırılır. Fakat bazı tehlike ve stres anlarında devreye girer; kalbimiz daha hızlı atar, daha hızlı nefes alıp vermeye başlarız, terleriz. Bu sinir sisteminin adı ise sempatik sinir sistemidir.
Örnekleyecek olursak, bir trafik kazasına karıştığımız an ile evde rahat bir şekilde oturduğumuz an arasında vücudumuzun geçirdiği değişiklikler birbirlerinden çok farklıdır. Normalde, vücudumuzun bu belirtileri bu durumlara göre ayrı dilimlerde vermesi gerekir. Fakat anksiyete ve kaygı grubu rahatsızlıklarda bu işlev bozulur ve kişi, normal durumları tehdit olarak algılamaya başlar. Bu durumda sempatik sinir sistemi devreye girer. Aslında ortada tam bir tehlike yoktur, fakat kişinin olayları ve durumları farklı algılamasından dolayı kişi kontrolünü kaybeder ve paniklemeye, yoğun bir endişe hissetmeye başlar. Bu kaygı bozukluklarının genel tablosudur.
Sosyal kaygı ise, bu bahsetmiş olduğumuz kaygının sosyal ortamlarda, insanlarla etkileşime girilen durumlarda ortaya çıkan halidir. Sosyal kaygıya sahip olan kişi, başkaları tarafından izlendiği ve gözlemlendiğini hisseder, başka insanların onu eleştirmesinden ve küçük duruma düşmekten korkar. Bu durumlar, kişide yoğun derecede kaygı oluşturur. Buradan da anlaşılacağı üzere, sosyal kaygının temel olarak çıktığı nokta, rezil olma ve utanç duyma düşüncelerinden kaynaklanmaktadır.
Sosyal kaygıları yüksek olan insanları genel olarak incelediğimizde, bu kişilerin düşüncelerinde bir takım hatalar görürüz. Bu kişiler, genelde başkaları için onların davranışlarının çok önemli olduğu yanılgısına kapılırlar. Bunun önemli olduğu durumlar olabilir; fakat burada da bu kişiler başkalarına o kadar çok odaklanırlar ki, kendi işlevselliklerini kaybederler. Sonuç olarak, kişinin iş-akademik yaşantısı, aile yaşantısı ve sosyal yaşantısı yoğun derecede etkilenebilir.
Sosyal Kaygının Nedenleri
Sosyal kaygının gelişimi, biyolojik, psikolojik ve çevresel faktörlerin etkileşimiyle şekillenir. Sosyal kaygının kökenlerine dair birkaç önemli yaklaşım bulunmaktadır:
1. Genetik ve Biyolojik Faktörler:
o Ailevi Yatkınlık: Sosyal kaygı, genetik faktörler nedeniyle aile üyeleri arasında yaygın olabilir. Eğer bir ailede sosyal kaygı bozukluğu varsa, diğer bireylerde de bu tür bir kaygı gelişme riski artabilir.
o Beyin Kimyası: Beyindeki kimyasal dengesizlikler, özellikle serotonin ve dopamin gibi nörotransmitterlerin seviyeleri, sosyal kaygıyı artırabilir. Bu kimyasalların düzgün çalışmaması, kaygı hissini tetikleyebilir.
2. Erken Çocukluk Deneyimleri:
o Aile İlişkileri: Aşırı koruyucu ya da eleştirel ebeveyn tutumları, çocuğun kendine güvenini zedeleyebilir ve sosyal durumlara karşı aşırı duyarlı olmasına neden olabilir.
o Travmalar ve Olumsuz Deneyimler: Çocukluk döneminde yaşanan zorbalık, alay edilme veya reddedilme gibi olumsuz deneyimler, bireyin sosyal durumlardan korkmasına yol açabilir.
3. Kişilik Özellikleri:
o Düşük Özsaygı ve Mükemmeliyetçilik: Sosyal kaygı yaşayan kişiler genellikle kendilerini yetersiz veya değersiz hissederler. Kendilerine aşırı yüksek standartlar koymak, hata yapma korkusu ve olumsuz değerlendirilme kaygısını artırabilir.
o Bireysel Duyarlılık: Bazı insanlar daha duyarlı ve duygusal olarak daha hassas olabilirler, bu da onları sosyal değerlendirme korkularına daha yatkın hale getirebilir.
4. Toplumsal ve Kültürel Faktörler:
o Toplumda bireylerin sürekli olarak belirli normlara ve beklentilere uymaları istenir. Özellikle utanç ve reddedilme korkusu, kültürel olarak teşvik edilen sosyal normlarla daha da pekişebilir. Örneğin, bazı toplumlarda sosyal başarıya ve görünüşe verilen önem, kaygıyı artırabilir.
Sosyal Kaygının Tedavisi
Sosyal kaygının tedavisi, genellikle bireysel terapi, ilaç tedavisi veya her ikisinin kombinasyonunu içerebilir. İşte yaygın tedavi yöntemleri:
1. Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT):
o Bilişsel Yeniden Yapılandırma: BDT, bireylerin olumsuz düşüncelerini ve inançlarını daha gerçekçi ve yapıcı düşüncelerle değiştirmeyi amaçlar. Sosyal kaygısı olan bir kişi, genellikle sosyal durumlardan felaket senaryoları üretir. BDT, bu tür düşünceleri sorgulamayı ve daha sağlıklı düşünce biçimleri geliştirmeyi öğretir.
o Maruz Kalma Terapisi: Bu terapi, kişi sosyal durumlardan kaçmak yerine, kaygıyı yönetmek için kademeli olarak bu durumlarla yüzleşmeye çalışır. Örneğin, önce küçük sosyal etkileşimlerde bulunmak, zamanla daha büyük ve karmaşık sosyal durumlarla başa çıkmak için adım adım bir maruz kalma süreci uygulanır.
2. İlaç Tedavisi:
o Seçici Serotonin Geri Alım İnhibitörleri (SSRI’lar): Sosyal kaygının tedavisinde en yaygın kullanılan ilaçlardan biridir. Bu ilaçlar, beyindeki serotonin seviyelerini artırarak kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir.
o Benzodiazepinler ve Beta Blokerler: Bu ilaçlar, kısa vadede kaygıyı hafifletmek için kullanılır. Özellikle belirli bir sosyal durum (örneğin bir konuşma yapma) öncesinde kaygıyı azaltmaya yönelik faydalı olabilirler.
3. Grup Terapisi:
o Sosyal kaygı yaşayan bireyler için grup terapisi, diğer insanlarla birlikte sosyal becerilerin geliştirilmesi açısından yararlı olabilir. Grup terapisi, bireylerin sosyal etkileşimlerde bulunmalarını teşvik ederken, aynı zamanda kaygı düzeylerini de azaltmalarına yardımcı olabilir.
4. Mindfulness ve Gevşeme Teknikleri:
o Mindfulness, kişilerin mevcut anı fark etmelerini ve kaygılı düşüncelerine daha az odaklanmalarını sağlamaya yönelik bir tekniktir. Ayrıca nefes egzersizleri ve gevşeme teknikleri, sosyal kaygıyı yönetmeye yardımcı olabilir.
5. Sosyal Beceriler Eğitimi:
o Sosyal kaygı, bazen sosyal becerilerin eksikliğinden kaynaklanabilir. Sosyal beceriler eğitimi, bireylerin daha etkili iletişim kurmalarını, uygun sınırlar koymalarını ve sosyal etkileşimlerde daha rahat olmalarını sağlar.
Sonuç olarak sosyal kaygının tedavisi süreci, genellikle zaman alıcı olabilir, ancak doğru yöntemlerle başarılı bir şekilde yönetilebilir. Tedaviye erken başlamak, sosyal kaygının daha ciddi bir soruna dönüşmeden kontrol altına alınmasında çok önemlidir. Ayrıca, tedavi sürecinde kişinin kaygıyla baş etme becerilerini geliştirmesi ve daha sağlıklı sosyal etkileşim biçimleri öğrenmesi, tedavi sonrasında da faydalı olabilir.
Sosyal kaygının tedavisinde bir diğer önemli unsur, kendi kendine yardım tekniklerinin geliştirilmesidir. Kaygıyı yönetmek için kişinin, günlük yaşamında uygulayabileceği rahatlama teknikleri (örneğin, nefes egzersizleri, mindfulness) büyük bir fark yaratabilir. Bu tür teknikler, tedavi sürecinin bir parçası olarak öğrenilebilir ve kişinin sosyal kaygıyı günlük yaşamında daha etkin bir şekilde kontrol etmesine yardımcı olabilir.
Sonuç olarak, sosyal kaygı, genellikle uzun süreli bir mücadele gerektiren ancak tedavi edilebilir bir bozukluktur. Uygulanan tedavi yaklaşımlarının birleştirilmesi ve kişiye özgü bir tedavi planı oluşturulması, başarılı sonuçlar elde edilmesinde kilit rol oynar. Sosyal kaygı bozukluğu tedavi edilmediğinde, birey hem psikolojik hem de sosyal açıdan ciddi zorluklarla karşılaşabilir. Ancak doğru tedavi yöntemleri ile sosyal kaygı kontrol altına alınabilir, birey sosyal ortamlarla daha rahat başa çıkabilir ve yaşam kalitesini artırabilir.
Tedavi süreci boyunca elde edilen ilerlemeler, yalnızca kaygıyı hafifletmekle kalmaz, aynı zamanda kişinin özgüvenini artırır, sosyal ilişkilerini güçlendirir ve genel mutluluğunu önemli ölçüde iyileştirir. Bu nedenle sosyal kaygı ile başa çıkma konusunda atılacak her adım, kişinin sadece kaygıyı azaltmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda daha sağlıklı, daha dengeli bir sosyal yaşam sürmesine katkı sağlar.
#kayseripsikolog
#psikolog